Antonio Gramsci’den Hayata, Düşünceye ve Mücadeleye Dair 13 Alıntı

20. yüzyıla damgasını vurmuş ve 21. yüzyılda da hâlâ ilgiyle takip edilen, okunan, tartışılan, üzerine tezler yazılan birkaç filozof/düşünür sayın deseniz, Antonio Gramsci adını mutlaka duyarsınız. Kurduğu İtalyan Komünist Partisi'nin milletvekili olarak parlamentodayken Mussolini’nin iktidara el koymasıyla milletvekilliği dokunulmazlığına rağmen (çok tanıdık değil mi sevgili okur) tutuklanıp hapse atılır. Faşist Mussolini savcısı, “Bu beynin işlemesini yirmi yıl durdurmalıyız,” der ve böylece Gramsci ölümüne dek hapiste kalır. Ama Gramsci’yi dört duvar arasına hapsederek onun beyninin işlemesini durduracaklarını zanneden aklı evveller yanılırlar. Gramsci hayatının en önemli eserlerini üretir. İşte size bir tadımlık Gramsci sevgili okurlar. Umarım bu alıntılar sizi Gramsci okumalarına sevk eder.


 1
Acaba eleştirel bir bilinç ve bir bütünlük düşüncesine varmadan, olayların akışına göre, yani çevrenin zorla kabul ettirdiği bir dünya görüşüne “katılmak” mı daha iyidir; başka bir deyişle, her insanın bilinç dünyasına ayak bastığı anda kendini içinde bulduğu şu sayısız toplumsal takımlardan birinin (ki bu dünya kişinin köyü ya da kasabası olabilir ve köklerini papazın ya da her söyledikleri yasa sayılan büyüklerin, kuşaktan kuşağa büyücülüğü sürdüren yaşlı bir kadının ya da aptallığı ve güçsüzlüğü içinde hırçınlaşmış küçük aydının “düşünsel etkisinde” bulabilir) dünya görüşüne katılmak mı daha iyidir, yoksa bilinçle, tek başına eleştirel bir tutumla yani kendi kafa çabasıyla dünya görüşünü kurmak mı, kişisel çaba alanını seçmek mi, dünya tarihinin oluşumuna etken olarak katılmak mı, kişiliğine dışarıdan vurulmuş damgayı kabul edecek yerde, kendi kendisinin kılavuzu olmak mı daha iyidir?

2
Eleştirel çabanın başlangıcı, insanın gerçekte ne olduğunun bilincine varması, bir çeşit kendi kendini tanımasıdır.

3
Eleştirel yoldan insanın kendi sınıf bilincine varması demek, tarihsel ve politik olarak bir seçkin aydın sınıfının yaratılması demektir. Bir insan yığını (kelimenin en geniş anlamında) örgütlenmeden kendini başkalarından ayırd edemez, “kendiliğinden” bağımsız bir duruma geçemez.

4
Sanat, sanat olarak eğiticidir, yoksa “eğitici sanat” olarak değil. Çünkü bu ikinci durumda bir hiçtir, hiçse eğitici olamaz.

5
Herkes kendine göre ve bilmeden filozof olduğunu ispatlamalıdır. Çünkü herhangi bir zihin çalışmasının en basit bir görünüşünde, mesela dilde bile, belirli bir dünya görüşü vardır. Bunun böyle olduğu ispatlandıktan sonra, bilinç ve eleştiri aşaması olan ikinci aşamaya geçilir.

6
Eleştirici işleme girişmenin başlangıcı insanın gerçekte ne olduğunun bilincine ermesi, “kendini bil” ilkesinin benimsenmesidir.

7
Nasıl her dilde bir dünya görüşünün ve bir kültürün unsurları bulunuyorsa, her kişinin kullandığı dil, o kişinin dünya görüşünün az ya da çok karmaşık olduğunu açığa vurur. Yalnız bir lehçe ile konuşan ya da ulusal dili şöyle böyle anlayanlar zorunlu olarak, dünya tarihine egemen olan büyük düşünce akımlarının karşısında az çok sınırlı, taşraya özgü, fosilleşmiş, zamanın gerisinde bir dünya sezisinin adamıdırlar. İlgileri az çok bağlı oldukları meslek gruplarının ekonomik kazançlarıyla sınırlı bir nitelik taşır, evrensel değildir.

8
Praxis (Marxism) felsefesi başlangıçta ancak tartışmacı ve eleştirici, yani daha önceki düşünüşü ya da şimdiki kültür dünyasını aşma şeklinde ortaya çıkar. Böylece praxis felsefesi, her şeyden önce, kamusal düşünüşün ve bunun sonucu olarak felsefe tarihini meydana getiren aydınlar felsefesinin eleştirisi olmaktadır. Bu felsefeyi yaratanlar tek tek ele alınınca kamuoyunun ve bu tabakalar aracılığı ile kamusal düşünüşün ilerlemesindeki doruklar olarak düşünülebilir.

9
Keyfi olarak kurulmak istenen ideoloji sistemleri, tarih sahnesindeki yarışmada er geç silinip gider. Hatta kimi zaman o anda elverişli bazı koşulların birleşmesi sayesinde halka gitmede bir ölçüde başarı sağlamış olsa bile kısa ya da uzun sürede ortadan kalkmasının önüne geçilemez.

10
Her insan kendi çevresinde bağlanan karmaşık ilişkiler bütününü değiştirdiği ve bunlarda değişiklik yaptığı ölçüde kendisini de değiştirir.

11
Her birey, yalnız bugünkü ilişkilerin sentezi değil, bu ilişkilerin tarihidir de yani tüm geçmişin bir özetidir.

12
‘Katarsis’ terimi tamamiyle ekonomik ya da bencil, tutkulu safhasından ahlaksal-siyasal safhaya geçişi, yani insanların bilincinde, yüksek düzeyde bir işlemle, yapının üstyapı haline gelişini anlatmak üzere kullanılır. Bu, aynı zamanda ‘nesnelden öznele’ ya da ‘zorunluluktan özgürlüğe’ geçişi anlatır. Böylece insanı ezen, kendinde öğüten ve edilgin (pasif) duruma getiren ve bir dış kuvvet olan yapı, bir özgürlük amacına, yeni bir ahlak-siyaset şekline dönüşür, yeni girişimlerin doğurucusu olur; arınma (katarsis) süreci, diyalektik gelişmenin çıkardığı sentezler zincirine denk düşer.

13
Devlet sadece bir hükümet örgütü değil fakat aynı zamanda hegemonyanın ‘özel’ aygıtı ya da ‘civile’ toplumdur.

Kaynak: Antonio Gramsci, Aydınlar ve Toplum, Çevirenler: Vedat Günyol, Ferit Edgü, Bertan Onaran, Çan Yayınları, 1967 Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri-Seçmeler, Türkçesi: Adnan Cemgil, Belge Yayınları, Kasım 1986

Yorumlar