Düşüş'ten Alıntılar


Albert Camus’yü okumak her defasında insanı sarsıyor gerçekten. Çünkü o ne yapıp edip insanın zihnini bir kurt gibi kemiren soruları harekete geçiriyor ve insanı zorlu bir varoluş mücadelesinin tam ortasına atıyor. Sonrası ölüm, yaşam, intihar, yaşama istenci, yaşamın anlamsızlığı, absürt, birey, toplum, aile, yargılar, ahlak, toplumsal çürümüşlük, ikiyüzlülük, masumluk, ceza, suç, kötülük, iyilik, cesaret, yoksama, olumlama, reddediş, umut, umutsuzluk, varoluş sancısı ve insana dair ne varsa… İnsanın varoluşuna ve yok oluşuna dair bütün yollar Camus’ye çıkar dersem, abartmış mı olurum sevgili okur? Abartalım, ne olur!

Düşüş, Albert Camus’nün ölümünden dört yıl önce (1956), hayattayken yayınlanmış son eseridir. Jean Paul Sartre, Düşüş için “Camus’nün belki de en güzel ve en az anlaşılmış kitabıdır” der. Kitap, Parisli saygın bir avukat olan Jean-Baptiste Clamence’in Amsterdam’da bir barda kendi hikâyesini anlatma üzerine kuruludur. Fakat anlatılan hikâye sadece Jean-Baptiste Clamence’in kişisel hikâyesi değil, suç, masumluk, ceza, riyakârlık, burjuva ahlakı, özgürlük, boyun eğme, ölüm, yabancılaşma ve daha birçok duygu, düşünce ve kavram ekseninde modern insanın sorgulanmasıdır. İşte bu sorgulamanın herhangi bir yerinde bizler de hikâyeye dâhil olabiliyoruz. Başta da söylediğim gibi kendimizi bir soru sağanağı altında bulup hayatımızı sorgular hale gelmek kaçınılmaz oluyor.




Sıkı bir Camus okuruysanız romanın sadece bir edebi metin değil aynı zamanda bir felsefe metni olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Lafı daha fazla uzatmadan sizleri kitapla baş başa bırakalım sevgili okur! 

1 Onun ağzından işittiğim nadir tümcelerden biri ya seçmek, ya seçmemek gerektiğini bildiriyordu. Neyi seçmek ya da seçmemek gerekliydi? Kuşkusuz kendisini. İtiraf ederim, bu açık yürekli yaratıklar çeker beni.

2 Gelecekteki tarihçilerin bizim için ne diyeceklerini düşünüyorum bazen. Günümüz insanı konusunda bir tümce söylemek yetecektir onlara: Zina ediyordu ve gazete okuyordu. Bu güçlü tanımdan sonra konu biter, diyebilirim.

3 “Temiz bir yaşama razı mısınız, herkes gibi?” Evet diyorsunuz doğal olarak. Nasıl hayır diyebilir insan? “Tamam. Sizi temizlerler. Bir iş, bir aile, örgütlenmiş boş zaman işte budur.”

4 Belki de yaşamı yeterince sevmiyor muyuz? Duygularımızı yalnız ölümün uyandırdığına dikkat ettiniz mi? Bizden yeni ayrılmış dostlarımızı ne kadar severiz, değil mi? Ağızları toprakla dolup hiç konuşmaz olmuş hocalarımıza ne kadar hayranızdır! Saygı o zaman çok doğal olarak gelir, belki de tüm yaşamları boyunca bizden bekledikleri o saygı. Ama biliyor musunuz niçin ölülere karşı hep daha dürüst ve daha cömerdizdir? Nedeni basittir ‘Onlara karşı bir yükümlülüğümüz yoktur. Özgür bırakır bizi onlar, zamanımızı rahatça kullanabiliriz, saygıyı boş zamanlarımızda kokteylle sevimli bir metres arasına koyabiliriz. Bizi bir şeye yükümlü kılarlarsa, belleğe yükümlü kılar onlar, bizimse belleğimiz zayıftır. Dostlarımızda sevdiğimiz, taze ölüdür, acılı ölü, heyecanımız, eninde sonunda kendimiz!

5 Gerçek şu ki, her zeki insan, iyi bilirsiniz bunu, bir gangster olmayı ve salt şiddet yoluyla toplum üzerinde egemenlik kurmayı düşler. Bu iş, birtakım uzmanlık konularını işleyen romanların düşündürebileceği kadar kolay olmadığı için, genellikle, politikaya bel bağlanır ve en acımasız partiye koşulur.

6 Dostlarım olmadığını nasıl mı biliyorum? Çok basit: Bunu, iyi bir oyun oynamak, neredeyse onları cezalandırmak için, kendimi öldürmeyi düşündüğüm gün keşfettim. Âmâ kimi cezalandırmak? Bir kaçı şaşıracak, kimse kendini cezalandırılmış hissetmeyecekti. Anladım ki, dostlarım yoktu. Kaldı ki, dostlarım olsaydı bile, daha ilerlemiş olmayacaktı. Eğer intihar edebilsem de sonra suratlarını görebilseydim, o zaman ürküttüğüm kurbağaya değerdi.

7 Bir nedenden ötürü intihar edilir sanılır hep. Ama iki nedenden ötürü de bal gibi intihar edilebilir. Hayır, onların kafası almaz bunu. O zaman insanın isteyerek ölmesi, kendisi hakkında vermek istediği fikre kendini feda etmesi neye yarar? Siz ölünce onlar bundan yararlanıp davranışımıza ahmakça ya da bayağı nedenler bulmaya çalışacaklardır. Şehitler, aziz dostum, unutulmak, alaya alınmak ya da kullanılmak arasında bir seçim yapmak zorundadırlar. Anlaşılmaya gelince, asla. Hem sonra, dosdoğru hedefe gidelim, ben yaşamı seviyorum, iste benim gerçek zaafım bu. Ben yaşamı öylesine seviyorum ki, yaşamdan başka şeyler için hiçbir imgelemim yok.

8 Ne olsun istersiniz? İnsanda en doğal olarak bulunan fikir, ona doğasının derinden kaynar gibi safça gelen fikir, masumluğun fikridir.

9 Hepimiz bir konuda başvuruda bulunmak istiyoruz! Herkes, her ne pahasına olursa olsun, masum olmak dilediğinde, hatta bunun için tüm insan soyunu ve Tanrı’yı suçlamak gerekse bile.

10 Öylesine doğru ki bu, biz kendimizden iyi olanlara nadir olarak bel bağlarız. Daha çok onların toplumundan kaçarız. Tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi. Demek ki kendimizi düzeltmeyi ya da iyileştirmeyi istemeyiz: Önce kusurlu diye hüküm giymemiz gerekir. Yalnızca acınmayı ve yolumuzda cesaretlendirilmeyi dileriz.

11 Felaket tam da buradan geldi. Şu sözü anımsarsınız:  “Tüm insanlar hakkınızda iyi konuştu mu, vay halinize!”

12 Silkinip kendime geliyordum, elbette. Bir insanın yalanının kuşakların tarihinde ne önemi vardı ve denizdeki tuz tanesi gibi çağların okyanusunda kaybolmuş sefil bir aldatmacayı doğrunun ışığına kavuşturmak istemek ne iddialı bir şeydi! Kendi kendime şunu da diyorum ki, bedenin ölümü, gördüğüm ölümlere göre akıl yürütecek olursam, yeterli ve her şeyi bağışlatan bir cezaydı kendi başına. Orada insan, can çekişmenin teri içinde, kurtuluşunu (yani kesin olarak yok olma hakkını) kazanıyordu. Ne var ki sıkıntı büyüyor, ölüm başucumda hazır bekliyor, ben onunla yatıp kalkıyordum, iltifatlar da tahammülümü taşıyordu gittikçe. Yalanlar,  bu iltifatlarla birlikte öylesine ölçüsüz şekilde artıyor gibi geliyordu ki bana, bir daha hesabımı asla ödeyemeyeceğimi sanıyordum.

13 Gece serüvenlerimden vazgeçtiğim zaman bu deneyimden elde ettiğim tek kar yaşam acısının azalması oldu. Bedenimi kemiren yorgunluk aynı zamanda içimdeki birçok diri noktayı törpülemişti. Her aşırılık diriliği, dolayısıyla acıyı azaltır. Sefahatte, sanılanın tersine, çılgınca hiç bir yan yoktur. Uzun bir uykudan başka bir şey değildir o. Dikkat etmişsinizdir, gerçekten kıskançlık çeken insanların en acele ettikleri şey, kendilerine ihanet ettiğini sandıkları kadınla yatmaktır. Kuşkusuz onlar, kendi sevgili varlıklarını hep onlara ait olduğundan bir kez daha emin olmak isterler. Ona sahip olmak isterler, beylik deyimiyle. Ama bunu nedeni, hemen arkasından daha az kıskanç olmalarıdır da. Bedensel kıskançlık, insanı kendisi hakkındaki bir yargı olduğu kadar hayal gücünün de bir sonucudur. Aynı koşullarda sahip olduğumuz kötü düşünceleri rakibe de mal ederiz. Çok şükür ki, aşırı zevk hayal gücünü de, yargı gücünü de zayıflatır.

14 Sahi, ortaçağda boğuntu hücresi adı verilen o zindan hücresini bilmezsiniz. Genellikle insan ömür boyu unutuluyordu orada. Bu hücre şaşılacak boyutlarıyla ayrılıyordu ötekilerden. Bir insanın ayakta duramayacağı kadar alçak, yatamayacağı kadar da dardı. Engelli bir durum almak, köşegen biçiminde yaşamak gerekiyordu orada; uyku bir düşüş, uyanıklık bir çömelmeydi. Azizim, sözcüklerimi ölçerek söylüyorum, bu basit buluşta deha vardır. Her Allah’ın günü, bedenini uyuşturan o hareketsiz baskı altında mahkûm, suçlu olduğunu ve masumluğun keyifle gezinmek demek olduğunu öğreniyordu. Doruklara ve yüksek köprülere alışkın bir adamı bu hücrede düşünebiliyor musunuz? Ne dediniz? Bu hücrelerde yaşanabilir ve aynı zamanda masum olunabilinir mi? Olası değil, hiç olası değil! Yoksa düşünce gücüm güme giderdi. Masumluğum kambur yaşamaya zorlanması varsayımını bir an bile göz önüne alamam. Kaldı ki, hiç kimsenin masum olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz, oysa herkesin suçlu olduğunu kesinlikle onaylayabiliriz. Her insan başkalarının suçuna tanıklık eder, inancım ve umudum bu benim.

15 İnanın bana, dinler, ahlak dersi vermeye kalkıştıkları ve bir takım emirleri yağdırdıkları andan itibaren yanılırlar. Suçluluğu yaratmak ve cezalandırmak için Tanrı zorunlu değildir. Benzerlerimiz, kendimizin yardımıyla yeterlidir bunun için.

16 Bir insanın öldürülmesi için her zaman nedenler vardır. Buna karşın, onun yaşamasını haklı çıkarmak olanaksızdır. İşte bu yüzden suçlu her zaman avukatlar bulur, masum ise bazen.

17 Bir yasayı benimseyen kimse, kendisini inandığı bir düzene yeniden yerleştiren yargıdan korkmaz. Ama insan acılarının en büyüğü yasasız yargılanmaktır.

18 Kimse için hiçbir zaman mazeret olmamalı, işte başlangıçta ilkem bu benim. İyi niyeti, değerlendirilecek hatayı, yanlış adamı, hafifletici nedenleri kabul etmiyorum ben. Bende kutsama yok, af dağıtma yok. Yalnızca toplama yapılır, sonra,  “Şu kadar tutuyor. Siz bir sapıksınız, şehvet düşkünüsünüz, yalan hastasısınız, oğlancısınız, sanatçısınız vb.” denir. İşte böyle. O kadar katı. Bu duruma göre, gerek felsefede gerek politikada ben, insanın masumluğunu reddeden her teoriden ve ona suçlu gözüyle bakan her pratikten yanayım. Demek ki ben köleliğin aydın bir yandaşıyım, azizim.

19 Ah! Azizim, yalnız,  tanrısız ve efendisiz kimse için günlerin yükü korkunçtur. O halde insanın kendine bir efendi seçmesi gerektir; Tanrı artık moda olmadığına göre.

20 Hey gidi sinsiler, komedi oynayanlar, ikiyüzlüler, nasıl da dokunaklı bir halleri vardır onların! İnanın bana, hepsi böyledir, göğe küfrettikleri zaman bile. İster Tanrıtanımaz olsunlar ister dindar, ister Moskovalı olsunlar ister Bostonlu, hepsi de babadan oğula Hıristiyan. Ama doğrusu, artık ne baba var, ne kural! O zaman özgürdür insan, davranıp kendini kurtarması gerekir, hele özgürlüğü ve onun hükümlerini istemedikleri için de, cezalandırılmalarını isterler, korkunç kurallar icat ederler, kiliseler yerine odun yığınları kurmaya koşarlar.

21 Hepimiz suçlu olduğumuz zaman, demokrasi olacaktır. Ne var ki, aziz dost, yalnız ölmek zorunda kalmanın öcünü almak gereklidir. Ölüm yalnız başına olur, kölelik ise ortaklaşadır. Ötekilerinin de hesabı görülür, hem de bizimle aynı zamanda, işte önemli olan bu. Sonunda herkes bir yere gelir, ama dize gelmiş ve başı eğik olarak.

22 İnsan bazen sapıtıyor, apaçık gerçeklerden kuşkuya düşüyor, hatta iyi bir yaşamın sırlarını keşfettiği zaman bile. Benim çözümüm kuşkusuz en iyisi değil. Ama insan yaşamını sevmediği zaman, onu değiştirmek gerektiğini bildiği zaman, elinde başka seçeneği yoktur, öyle değil mi? Bir başkası olmamak herhangi biri uğruna kendini unutmak gerekirdi, hiç değilse bir kez. Ama nasıl? Bunaltmayın beni. Ben, bir gün bir kahvenin terasında elimi bırakmak isteyen o ihtiyar dilenci gibiyim “ah, bayım” diyordu adam , “mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan.” Evet, ışığı, sabahları, kendini bağışlayan kişinin o kutsal masumluğunu yitirdik biz.



Albert Camus, Düşüş, Çev. Hüseyin Demirhan, Can Yayınları, Ağustos 2010, İstanbul



Yorumlar