Hayvanlar Takımı

Aziz Nesin’in Hayvan Deyip de Geçme kitabından seçilmiş öykülerden oluşan Hayvanlar Takımı (Yaşanmış Hayvan Öyküleri, alt başlığını taşıyor kitap), her ne kadar çocuk kitaplığından çıkmış olsa da, yazarın kendisinin de kitabın sunuş yazısında belirttiği gibi, çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin okuması gereken bir kitap. Aziz Nesin, hayvan sevgisini çocuklara öğretmek için, hayvanları seven çocukların insanları da seveceğini ve böylece şiddetten arınmış bireylerden oluşmuş bir toplumun mümkün olacağını düşünerek bu kitabı yazmış. Bakın kitabın sunuş yazısında ne diyor:

“Bilimsel araştırmalara göre, suçluların yüzdesekseninin çocukluklarında hayvanlara eziyet edenler arasından çıktığı anlaşılmıştır. Öyleyse topluma yararlı kişiler olarak yetişmeleri için çocuklarımıza hayvan sevmeyi, hayvanlara sevecen davranmayı öğretmeliyiz. Hayvanlara acıyanlar, hayvanları sevenler insanlara da duygulu davranır, güçsüzleri korur, acı çekenlere yardım ederler. Hayvana bakan çocuklarda kendine güven, sorum duyguları gelişir.”

devamı...

Hayvanlara şiddet haberlerinin psikolojimizi alt üst ettiği, “bunu bir hayvana yapsa yapsa insan yapar” dediğimiz, insanlığımızdan utanır hale geldiğimiz, kötülüğün, şiddetin, akıl almaz işkence türlerinin sıradan hale geldiği bir toplumun bireyleri olarak kendimizi bu bulaşıcı kötülüklerden korumak için dahi çaba sarf etmek durumunda olduğumuz aşikâr. Herhangi bir canlıya uygulanan şiddete sessiz kalıyorsak, kötülük bize de bulaşmış demektir. Kabul edelim ya da etmeyelim, ne yazık ki kötülüğü yapan, şiddeti uygulayan “biz”den biriyse çoğunlukla sessiz kalıyoruz. Buradaki biz’den biri(leri), bazen ailemizin bir üyesi, bazen yoldaşımız, bazen dostumuz, bazen arkadaşımız, bazen soydaşımız, bazen dindaşımız, bazen kendi cinsimiz oluyor. Mesela kahraman olarak gördüğünüz bir kimse bir kediyi, köpeği, atı, katırı hedef tahtasına koyup kurşun yağmuruna tutsa ona karşı gelir misiniz? Oğlunuz arkadaşlarıyla bir olup bir sokak köpeğine tecavüz etse şikâyetçi olup hapse gönderir misiniz? Sevgiliniz kedinize kızıp pencereden aşağı atsa onun bu yaptığı karşısında ilişkinizi bitirir misiniz? Bu sorulara verilen cevaplar bence bir toplumun şiddetle ilişkisini anlamak açısından çok önemli veriler sunar bize. Bakın buradaki sorular sadece hayvanlara yönelik şiddete dair.

Eğer “biz”im için hayvana yönelik şiddetle insana yönelik şiddet arasında bir derece farkı varsa, birincisine “aman ne olacak altı üstü bir hayvan, insandan mı kıymetli” diyorsak, kabul edelim ya da etmeyelim ikincisine kapıyı açmış oluruz. Unutmayalım ki kötülük bir anda bütün ruhumuzu sarıp bizi kötü yapmaz. Zehrini en umulmadık yerden, açık bıraktığımız bir aralıktan akıtır belki de. Önce bir karıncayı ezmişizdir, sonra arıların kovanına çomak sokmuşuzdur, sonra komşunun kedisini damdan atmışızdır, bir köpeğe taş atıp gözünü çıkarmışızdır, gücümüzün yettiği bir çocuğa vurmuşuzdur, sonra kavga, dövüş, vurup kırma, kan tadı, erkeklik, güç, yumruk, kafa, bıçak, silah derken tepeden tırnağa bir katil olup çıkmışızdır. Bir de bakmışız toplumda elini kolunu sallaya sallaya dolaşan bir sürü katil birikmiş ve böylece küçücük bir aralıktan ruhumuza sızan şiddet sıradanlaşmış olur.

Şiddeti, her türlü şiddete karşı durarak, bunu öğrenip öğreterek hayatımızdan çıkarabiliriz. Ruhen ve bedenen sağlıklı bireyler olabilmek için öncelikle bütün canlıların yaşam hakkının olduğunu, insan olarak bizim hiçbir şeyin efendisi olmadığımızı, sadece diğer canlılar gibi doğanın bir parçası olduğumuzu kavrayıp çocukları, gençleri ve de hangi yaşta olursak olalım kendimizi doğanın yararına değiştirebilirsek şiddeti hayatımızdan çıkarmanın ilk adımını atmış oluruz sanırım.

Lafı daha fazla uzatmayarak, Aziz Nesin’in kitaba yazdığı Son Söz’den bir alıntıyla bitirip sizleri kitaptan aldığım iki güzel öyküyle baş başa bırakacağım. Şöyle diyor yazarımız:
“Bana göre hayvan sevgisinin amacı, insan sevgisini sağlamak olmalıdır. Hayvanları, doğayı sevmeyenler, insanları da sevmezler; başka insanları sevmeyenler, gerçekte kendilerini de sevmiyorlardır, kendilerine bile düşman olurlar.”


Hayvanlar Takımı

1930’lu yıllarda Istanbul’da, Mevlanakapıyla Şehremini arasında bi’yerde oturuyorduk. 5 dönümlük bir bahçemiz vardı. Kedimizle köpeğimiz birarada büyüdükleri için arkadaş olmuşlardı. Sebze ektiğimiz bahçemizin bi’ yanında da tavuklarımız vardı. Bir de eşeğimiz vardı. Eşeğin adını Çelebi koymuştum. Çelebi çok sevimli bir eşekti. Kedi ile köpek zaman zaman Çelebi’nin sırtına çıkar orada uyuklarlardı. Hele köpek Çelebi’yle oynamak ister, üstüne atılacakmış gibi Çelebi’nin burnuna doğru havlardı. Çelebi hiç oralı olmazdı.

Tavuklarımızdan kuluçka olanlar civciv çıkarınca, bahçemizin üstünde çaylaklar dönüp dururlardı. Çaylaklardan biri civciv kapmak için dalış yaparsa, ana tavuk civcivlerini uyarmak için herkesin bildiği uyarı sesleri çıkarırdı. O zaman Civcivler bi’ yerlere kaçıp saklanırlar sinip gizlenirlerdi. Ana tavuk bu uyarı seslerini çıkarınca nerede olurlarsa olsunlar tavuğun yardımına koşarlardı. Kendileri Civciv kapıp yemedikleri gibi Üstelik onları ana tavukla birlikte çaylağa karşı korurlardı. Ana tavuk, kanatlarını açıp kabararak havada dönen çaylağa doğru sıçrarken bir yandan da kedi miyavlar köpek havlardı. Tavuk kedi köpek çaylağa karşı bir savunma korosu olarak birleşirlerdi. Savunma Bu kadarla kalmazdı. Çelebi de ayağından iple bağlı olduğu Demir kazıktan kurtulmaya çalışırken bir yandan da anırarak savunma korosuna katılırdı. Çelebi tavuğun korkuyla gıdaklamasından kedinin miyavlamasından köpeğin havlamasından Bir tehlike olduğunu anlardı. Ama onların yardımına koşamazdı. Çünkü ayağından Demir kazığa bağlıydı.

Bir gün yine tavuğun uyarı gıdaklaması yardımına koşup gelen kedinin miyavlaması köpeğin havlaması hep birlikte başlamıştı. Çelebi de anırıp duruyordu. Bir de baktım, bir ayağına bağlı zinciri şangırdatarak arkadaşlarına doğru koşuyor. Zincirin ucunda da Demirkazık sürünüyor; demek Çelebi zorlana zorlana kazı sökmüş çıkarmış. Çelebi arkadaşlarının yanına gelince kulaklarını dikti, o da arkadaşları gibi başını havaya kaldırıp çaylağa doğru anırmaya başladı. Her zamankinden daha yiğitçe anırıyordu.

Güzelini Herkes Sever

1949 yılında bir akşam, dostum matbaacı Osman İlkbasan’la birlikte onun Osmanbey’deki evine gitmiştik. Eşi Bayan Adriyen kedileri çok seven bir hanımdı. Bu yüzden iki katlı geniş evin içinde 20’den çok kedi dolaşıyordu. Evin aşçısı kediler için ayrı yemek pişirirdi.
Evdeki kedilerin hepsi de dikkati çekecek denli çirkindi. Onca kedinin içinde bir tek sevimli güzel kedi yoktu. Bu denli çirkin kediyi bir araya toplayabilmek için Bayan Adriyen çok uğraşmış olmalıydı.

Merakımı yenemeyip yemekte kendisine sordum:

– Bu kadar çirkin bu kadar da çok Kediyi nasıl bir araya toplayabildiniz?

Bayan Adriyen,

– Kolay olmuyor, dedi, ancak sokak sokak arayıp böylelerini bulabiliyorum.

Ortalıkta dolaşan kedilerin kimisi kör Kimisi Topal, hastalıklı, ecişbücüş, yampiri, çirkin şeylerdi.

Çirkin kedi koleksiyoncusu Bayan Adriyen’e,

– Neden içlerinde bir tek bile güzeli yok? dedim.

Bayan Adriyen,

– Çünkü dedi, güzel kediyi kim olsa sever, evine alır, bakar. Bu çirkin zavallıları seven, evine alıp bakan olmaz. Onun için ben sokak sokak dolaşıp en çirkinlerini arayıp buluyorum.

Yorumlar