İrem Uzunhasanoğlu: "İnsanların hikâyelerini anlattıkça hayatta kalacaklarına inanıyorum."


Hangi yazar, şair veya karakterle bir gününüzü geçirmek isterdiniz? Neden?

İrem Uzunhasanoğlu: Simone de Beauvoir’la bir gün geçirmek isterdim. Onun bir günlük rutinine şahit olmak, Cafe de Flore’deki masalarına konuk olmak ve edebiyat konuşmalarını dinlemek harika olurdu.

Okumakla ve yazmakla ilgili ilk anınızı hatırlıyor musunuz? Ne hissetmiştiniz? 

İU: Birçok insan ilk okuduğu kitabı hatırlıyor. Ne yazık ki benim b, u kadar erken bir anım yok. Belki Şeker Portakalı’ydı belki de değil ama annemin kendi okuduğu kitapları bana sesli okuduğunu hatırlıyorum. Kanepede uzanmışız ben annemi dinliyorum, seksenlerin sonu ya da doksanların başı olmalı, Osmanlı sarayından sürgün edilen bir sultanın gerçek hayat hikâyesini okuyor, yine aynı yıllarda Zülfü Livaneli’nin gazetede tefrika edilen ve yine Osmanlı dönemini anlatan romanını hayranlıkla dinlediğimi hatırlıyorum. Yazmaya dair ilk anım da ilkokul beş itibariyle tutmaya başladığım günlükler. Yıllarca her gün düzenli günlük tuttum ta ki otuzlu yaşlarımda ani bir kararla hepsini imha edene kadar. Edebiyata dair ilk yazdığım yazı da Lise 1’de kaleme aldığım bir tiyatro oyunuydu.



İlk kitabınızı elinize aldığınızdaki duygu neydi? 

İU: Ağladım. On binlerce kelebeğin aynı anda havalandığını hayal edin, öyle bir yükselme anıyla gelen kalp çarpıntıları ve pıtır pıtır dökülen gözyaşları.

Sizden bir tek cümle/dize geriye kalsa, h:angisi olsun isterdiniz?

İU: Bilmem, ilk romanımın ismi olabilir, “Gitme Gül Yanakların Solar”

Yazmak eylemi sizce hangi renktir?

İU: Biraz mavi çünkü gökyüzü ve umman kadar sonsuz ve dipsiz. Biraz siyah çünkü içinde matem var. Biraz sarı çünkü güneş yüzünü ara ara gösteriyor. Biraz gri çünkü melankolik. Biraz kırmızı çünkü mecazi tabirle yazarken kan akıtmanız gerekiyor. Biraz yeşil çünkü baharda yeşermiş kırlar kadar dingin. Biraz buğday rengi çünkü salınırken esrik. Sanırım hepsi. Beyaz hariç – çünkü masum değil.

Bir tercih yapmak zorunda kalsanız okumayı mı, yazmayı mı seçerdiniz?

İU: Sonsuza dek okumayı seçerim. Yazmak, derinlerini kazıdığın için yaralayıcı olabiliyor ama okumak iyileştirici, yatıştırıcı, sakinleştirici, dinginleştirici ve en önemlisi ne yaşarsam yaşayayım bana yalnız olmadığımı hatırlatan bir eylem.

Hangi karakterinizin sizi yaratmasını isterdiniz?

İU: Ufkun Öte Yanı romanımdaki Refika Hanım beni yazsın isterdim. Onu çok sevdiğim Leyla Erbil’den, Sevgi Soysal’dan, Tomris Uyar’dan yola çıkarak kurgulamıştım, seksenlerine dayanmış ünlü bir kadın yazar. Benim hikâyemi anlatsın isterdim zira acılarımız da benzeşiyordu.

Yaşar Kemal “ben ‘angaje’, bağımlı bir yazarım, kendime ve söze ve insanın onuruna bağımlıyım” der. Siz angaje bir yazar mısınız?

İU: Hikâye anlatmaya angajeyim. İnsanların hikâyelerini anlattıkça hayatta kalacaklarına inanıyorum. Tanıştığım insanların anne babalarının tanışma hikâyelerini anlattırmayı seviyorum mesela ya da anneannelerinin nerelerden göç ettiğini. Hem kolektif hem de bireysel hafızayı böyle koruduğumuza inanıyorum. Anlatarak...

Yazmak bir tutku mu, yaşama biçimi mi, yoksa bir başka şey mi sizin için? 

İU: Eski mesleğimi tamamen terk etmemle birlikte son birkaç yıldır artık bir yaşam biçimi haline döndü. Her gün bir roman bitirmek ve yazmasam bile yazı masasına oturmak rutinim oldu. Son zamanlarda çeviri de epey zamanımı alıyor. Günde beş-altı saatimi çeviriye ayırıyorum. Okumalarım yazmamı destekliyordu ama çeviriye başladıktan sonra şunu fark ettim dille oynamak, yabancı metinleri kendi dilimde yeniden var etmek de yazdıklarımı etkiliyor. Yaptığım işlerin, yazdığım makalelerin tamamının bir bütün olduğunu ve aynı şeye hizmet ettiğine inanıyorum – daha iyi bir metin yaratmaya ve yeni hikâyeler anlatmaya.

Genel olarak hayatınızda, özel olarak da yazma eyleminizde hiç keşkeleriniz oldu mu?

İU: Hayatımda hiç pişmanlık yaşamadım, yanlışlar bile yapsam hepsinin başka bir davaya hizmet ettiğini, başka bir kapıya yönelmem için, öğrenmem için olduğunu düşündüm, buna inandım. Keşkeleri olan mutsuz bir insan değilim. Yazma eylemine gelince; ilk romanım neredeyse hiç editöryal çalışma görmeden basılmıştı, keşke bastırmak için acele etmeseydim dediğim çok oldu ama sonra onu da tüm hatalarıyla bağrıma bastım. Beni ben yapan o hataları görmek ve onlardan ders almaktı.

irem uzunhasanoğlu, haden öz, oggito söyleşileri, edebiyat, şiir, roman, söyleşi

Yorumlar